medyauzmani.com

Crimson Exile: Purgatory ile Mars Deneyimine Yolculuk

Tevfik Uyar’ın son romanı Kızıl Sürgün’ün incelemesiyle karşınızdayız.

beklenen; Seyahat konseptinde çok az ayrıntı veya hiç ayrıntı yok. Ancak duygu ve düşüncelerin en yoğun olduğu dönemlerden biridir. Kal ya da git ikileminin tüm stresi ve baskısı ile ön plana çıkıyor. Geride kalanlara ve varış noktasında karşılaşılabileceklere ayrı ayrı dikkat edilir. Akıl tüm işini gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen olasılıklar üzerinde harcar.

Her durum gibi ahenksiz ifadelerle tanımlanmaya çalışılsa da istisna değildir. Nedeni ve boyutu değişkenlik gösterse de yaşamamış olan neredeyse yoktur. Taşınmaya, eğitime gitmeye, görev almaya, önemli haberleri beklemeye, önemli kararlar almaya ya da hayata yeni bir pencere açmaya karar verdiğinizde vb. Dolayısıyla beklemenin esaretine kapılmamak mümkün değil.

Belki de herkes tarafından hayatının her döneminde deneyimlenebildiği için bekleme fikrini barındırmayan bir hikaye yok gibi görünüyor. Ancak, yalnızca beklemenin esaretine ve yarattığı depresyona adanmış çok fazla hikaye yok.

İşte Destek Yayınları’ndan çıkan Tevfik Uyar’ın Kızıl Sürgün adlı öyküsü de odak açısından azınlıkta kalan öykülerden biri.

Kızıl Sürgün: “Varsayın”ın Hikayesi

Hikaye, günümüz dünyasının alternatif bir versiyonunda geçiyor. Tarihin bu versiyonunda, insanlık Mars’ta bir üs inşa etti ve gezegeni iyileştirmek için çok çalışıyor. Her ülke, gezegendeki haklarını korumak için Mars’ta eylemi destekliyor. Finansal, insan veya kaynak olsun, herkes Kızıl Gezegene yatırım yapıyor.

Mars’ı yaşanabilir hale getirme fikri kağıt üzerinde heyecan verici olsa da hayata geçirmek zaman ve çaba gerektiriyor. Hayatın kaynağı olan Dünya’dan kalkıp Mars’a gitmek ve oraya ait olmadığınızı gösteren bir gezegende yaşamak çok büyük çaba gerektiriyor. Üstelik ulaşımdan barınmaya, hayatın akışının tekdüzeliğinden kısıtlı imkanlarına kadar her türlü sıkıntıyı yaşıyor. Mars, insanlar üzerindeki yıkıcı etkisinden dolayı yalnızlık için ideal bir yerdir. Bu gezegeni harika bir sürgün yeri haline getirdi. Mars, bürokratik suçlular için kızıl sürgündür.

Ancak muhalif basında çıkan yazılarıyla öne çıkan ve üstleri tarafından beğenilmeyen subay, Mars’a atanmasına şaşırmıyor. Ne yapacağı konusunda kafası çok karışık. Akla gelen her çözüm yeni bir sorun yaratır. Neyi neden bırakacağını ne kadar çok düşünürse, o kadar sıkıntı hisseder.

“Gitmek ya da kalmak” ikileminden muzdarip olmak

105 sayfalık Kızıl Sürgün hikayesinin tüm odak noktası budur. Ne olacağından çok ana karakterin süreç boyunca ne hissettiği ve ne düşündüğüne odaklanılır. Bu odaklanma o kadar ileri ki hikayenin diğer unsurları biraz daha geri planda kalıyor.

Romandaki ayrıntılara tek tek indiğimizde Kızıl Sürgün’de hikâye ve hikâyecilik adına yeni bir şey bulunamıyor. Her şey ya çok tanıdık geliyor ya da tematik ya da tedavi açısından sıradan hale geliyor. Ana karakterin sürgün sebebi, “Bunu yaparsan bu olur…” nasihati, kocanın tepkisi, babanın tepkisi, geçim derdi ve idealler arasındaki çatışma, yandan alınan pozisyonlar, Bununla birlikte, olay örgüsündeki özgür ruhlu siyasi sohbetler, durumlar hakkındaki öznel yorumlar ve hatta dönüm noktası anları şaşırtıcı değil. Kimin neyi neden yaptığına, bu dünyada işlerin nasıl yürüdüğüne ve hikayenin nasıl gelişeceğine bir aşinalık duygusu eşlik ediyor. Bu da anlatı yapısını okuyucuyu sıradanlığın can sıkıntısıyla sınayan bir eser haline getiriyor.

ama neden?

Bütün bunlar alt yapı ve teknoloji anlamında belli bir standardı aşamayan bir işletmenin işareti olarak kodlanabilir. Ancak hikayeyi oluşturan bu parçaların birleşimi farklı bir sonuç ortaya çıkardı. Hikâyeyi oluşturan tüm bu unsurlar, durumu olabilecek en saf haliyle yansıtmayı sağlayan klişelerden oluşuyor. Aşinalık ve öngörülebilirlik, anlatının sıkıcı hale gelmesi için eşiği yükseltiyor, evet. Ancak okuyucudan daha sıkılan biri daha vardır, ana karakter.

Okur, kontrol edemediği bir hikâyenin peşine düşer ve aşinalığın verdiği sıkıntıyla yüzleşir. Ana karakter, kontrol edemediği bir sürecin içine sürüklenir ve çaresizlik sorunlarıyla karşı karşıya kalır. Hem okuyucu hem de ana karakter bu zorluklara bir beklentiyle katlanır.

Okuyucu, tutsakla birlikte hikayenin nereye varacağını okumaya devam eder. Olay örgüsü hızlı ilerlediği için bu sancılı bir süreç değildir. Ana karakter, kaderinin ne olacağını merak ederek sürecin esaretinden muzdariptir. Zaman atlamalarının ve gözlemci konumunda olmanın avantajlarından yararlanan okuyucuyla karşılaştırıldığında, daha az şanslıdır.

Tevfik Uyar

Farklı motiflere ve konumlara bağlı kalsalar da “Bekle” ve “Esaret” arasında benzerlikler var. Bu noktalar, ana karakterin ruh halinin okuyucuya iletilmesini sağlar.

Böylece “Kızıl Sürgün” sadece tematik olarak değil, biçimsel olarak da bir “esareti bekleme” hikayesine dönüşüyor.

Olağanüstünün yardımıyla sıradan olanı anlatmanın nedeni

Red Exile’da kendi gerçekliğimizde sıklıkla yaşadığımız durumu bir normallik maskesi üzerinden anlatma çabası var. Üstelik tüm alışılagelmişin aksine okuyucuyu sıkmayan ve kendini okunabilir kılmayı başaran bir anlatım var.

Bu durumda “acaba” ile başlayan soruların sorulması kaçınılmazdır. Sık karşılaşılan bir durum bu kadar düzenli kalıplarla çözülebiliyorsa… alternatif tarih ve Mars’ı dahil etmek gerekli miydi? … Aynı hikaye günümüze uyarlansa ne kaybederdi? …düşünmeye değer sorular akla geliyor. Bunlar mantıklı sorular. Spekülatif kurgunun avantajları arasında makul cevapları vardır. Bunun için çok derine dalmanıza gerek yok. Yapması çok kolay; Romanda metafor, soyutlama, yoğunlaştırma ve paralellik yöntemlerinin nasıl kullanıldığına bakmak yeterlidir.

Bunun için başa dönüp her şeyi çorap gibi takip ettirecek asıl soruyu bulması gerekiyor. “İyi olmaz mıydı?” Şüphesi her ne kadar doruktaysa, onunla ilgilenilmelidir. Hikayeyi spekülatif bir fanteziye dönüştüren tek unsur Mars gezegenidir. Hem işlevi hem de hikayedeki anlamı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle cevaplanması gereken tek soru “Neden Mars?” Tabii ki bir soru var.

Yabancılaşmanın ve tuhaflığın mükemmel simgesi Mars

Milli marş. Yalnızlığı ve sürgünü her şeyle kişileştirmek için mükemmel bir şekilde uygundur. ileri geri gitmek uzun ve zordur; Aniden ayrılması ne yasal olarak ne de fiziksel olarak onun için kolay değil. Mars ve Dünya arasındaki mesafe iletişimi keser; Kendinizi kötü hissettiğinizde telefona sarılıp akrabalarınızı aradığınız bir rüyadır. temel ihtiyaçları karşılamaya yetecek yaşam standartlarını karşılamak; Kişisel zevke göre tüketime pek yer yoktur. hareket aralığı çok sınırlıdır; Gezegenin ölümcül çöllerinde gezinmek bile koruyucu donanım gerektirir. İnsanların zamanla kendine bağlayacağı hiçbir özelliği yoktur; Belki de en iyi zamanlar Dünya’ya döndükleri zaman olacak. Özverili çabalarla onu sevgi dolu bir yuvaya dönüştürmek zordur; Onları yaşanabilir hale getirmek için rehabilite etmek bile yüzyıllar alacaktır. Kısacası Dünya’da gelişmiş alternatiflerle çözülebilecek problemlerin birçoğu Mars’ta. Bu, Kızıl Gezegeni hayatı son derece çetin kılan bir yalnızlık cennetine dönüştürüyor.

Mars’ın bir tür arafta tasvirine bürokratik tutarlılık cezası “zorunlu değil, sadece zorunlu” eklendiğinde hikaye yepyeni bir katman kazanıyor. Bu katmanı tanımlamak ve işlevini anlamak için ana karakterin Dünya’daki yaşamı ile Mars’ta karşılaşacağı yaşamı karşılaştırmak yeterlidir.

Ana karakterin yeryüzündeki yaşamı, niyetleri ve sonuçları açısından ikilemlerle doludur. Ana karakter, idealleri ışığında hayatı zenginleştirmeye ve daha yaşanır hale getirmeye heveslidir. Ancak içinde çalıştığı ve düzeltmeye çalıştığı sistemin çarkları buna izin vermiyor. Bütün acılar bu çelişkiden doğar. Dünyadan bıktığı için acı çekmez. Aksine, toprağa bakmanın acısını çekiyor. Yani, ana karakterin tüm endişeleri toprağı ilgilendiriyor.

Bu nedenle, Mars’a gitmek, her biri farklı bir yönden baskı yapan zorluklara katlanmak anlamına gelir. Maddi kısıtlamalardan kaynaklanan manevi izolasyon… Enerjiyi sevgili dünya için seferber etmek, yaptırımlara uymayan bir sistemi temsil etmek için harcamak… Mars’a gitmemek, ideallerine ve ideallerine ihanet etiketi taşımak demektir. sorumluluklardan kaçmak. Yarattığı yenilgiyle yaşamak demek… Hepsi farklı stres sebepleri.

Bu karşılaştırmalarla birlikte ne Dünya’nın ne de Mars’ın önemli olmadığı bir nokta geliyor. Tükürürse bıyığı, tükürürse sakalı endişesi ana karakterin boynundan ayrılmaz.

fazla transfer

Yaşadığımız tüm gerilimlerin psikolojik kaynağı çok basit, “aidiyet” kavramı. Ana karakterin kendisini bir yere ait hissetme çabası ve gördüğü tepki odağında Dünya’yı ve Mars’ı incelemek gerekir. O zaman bazı şeyler netleşir. Dünya insanın ait olduğu ama ait değilmiş gibi üzerinden atmaya çalıştığı bir yerdir. Mars ait olmadığı bir yer ama sanki oraya aitmiş gibi gönderilmeye çalışılıyor.

Örneğin, ana karakterin devlet memuru olarak nerelere fayda sağlayacağı, nerelere yaramayacağı çok açık. Faydalar açısından, Dünya’daki işi ile Mars’taki işi kıyaslanamaz. Ancak karşı çıktığı sistem açısından Mars’ta subay olmak Dünya’da subay olmaktan daha iyidir.

Burada da “Kime yarar, Kime zarar verir” soruları akla geliyor. Bu soruları “aidiyet” ve “arafta kalma” kavramlarından ayrı düşünmek elbette zor. Çünkü ana karakteri tereddüte düşüren ve hikayeye bu vesileyle hayat veren her gerilimde bu üçlünün parmağı var.

Dünya ile Mars arasında olmak, bir baba ile bir eş arasında olmak, bir eş ile güzel bir gazeteci arasında olmak, iş ile işsizlik arasında olmak ve daha fazlası… ana karakterde yarattıkları stres.

Örneğin ana karakter birinden ayrılıp diğerine katılmış olsa da baba da aile de ailedir. Ancak ana karaktere sağladıkları huzur ve güven açısından yerleri ve yönleri farklıdır. Baba, görüşmediği oğlunun kişiliğini desteklemek için duruyor. Eş, toplumlarını ve yarattıkları aileyi korumaktan yanadır. Bu yüzden baba Dünya’da kalmaya, karısı da Mars’a gitmeye can atıyor.

Tevfik Uyar

Olay örgüsü ilerledikçe eserin rengi değişir ve meta-durumların psikolojik etkileri metaforik anlamlara dönüşür. Kişisel düzeyde başlayan sorunlar varoluşsal sorulara dönüşür. Gerçekte nispeten basit ve kişisel olarak algılanan bir sorunun derinliği ve genelliği ona hatırlatılır.

.Sonunda

Tevfik Oyar’ın yazıları dikkate alındığında bu bulgu şaşırtıcı değildir. Bir yazarın romanının tüm özellikleri bu kısa romanda da mevcuttur. Hikayesi dünyanın sonunun geldiği bir zamanda geçse de merkeze özelleştirilebilir problemlerin yerleştirilmesi meselesi var. Her şeyi kişisel hikayenin sınırları içinde kalacak şekilde anlatmakla ilgili. Kişisel dramadan beslenen insani meselelerde bir artış var. Bütün bunları sürdürürken asıl mesele özelden kamuya doğru genişlemedir.

Kısacası Tevfik Uyar son romanı Kızıl Sürgün’de şaşırtmaz. İyi olan şey, şaşırtıcı olmaması. Umarız kafamızı karıştırmaması açısından aynı kararlılığı korur ve yazımızı burada sonlandıralım.

Kızıl Sürgün kitabını okuduysanız, yorumlarınızı bizimle Kayıp Rıhtım forumunda paylaşabilirsiniz.

* * *

* Tevfik Uyar, Dock Lost okuyucularına 6 kitap tavsiye ediyor

facebook heyecan whatsapp

Diğer gönderilerimize göz at

Yorum yapın