medyauzmani.com

Edebi Tarzlar: Yazının rengini çalan nedir?

Artık zor bir iş olmaktan çok bir hobi olarak görülen yazı sanatı, içinden çıkılmaz sorunlarla doludur. Kitle kültürünün egemen olduğu edebî anlayışların gün geçtikçe güç kazanmasıyla sanat dediğimiz soyut ve kişisel olgunun çaydanlıklara düştüğünü de görmekteyiz. Otoriter bir propaganda sistemi kisvesine bürünen kitle kültürünün hakimiyeti, kayalık altın Anadolu’dan, Aydınlanma’nın vücut bulmuş hali haline gelen uzak diyarlara kadar duyulur. Bu uzayan süreçte sanatı bayağılaşmaktan kurtarmanın yollarını aramadan önce, belki de yüzyılların sorununun farkına varmak ve üzerinde düşünmek gerekiyor.

İlk soru: “Ne?”

Adını hatırlamaktan kendimizi alamadığımız, hayranlıkla okuduğumuz, her nefes aldığımızda hayalini kurduğumuz sanatçıların mekanlarında rüzgar esiyor. Geçmişi anlamadan bugünü geleceğe aktarmaya çalışanlardan değilsek, geçmişin acısını içselleştirmek için belki de çok az değerli esere başvuruyoruz. Peki, çizgileriyle bizi sarhoş eden ellerle aramıza bariyerler koyan nedir?

Aydınlık ayın parıltısından parlak yıldızın vedasına, tutuşan dillere, paslı yüreklerin hüzünlü sonlarına, genç çiftin heyecanından kaçmayı bırakmayan edebiyatın canlılığını ne seyreltir? ?

Bilge Carasso’dan Gogol’e, Paul Auster’dan Camus’ye, Gabriel García Márquez’den Sight Fake’e, Alphonse Daudet’ten Fuentes’e, Maksim Gorki’den Hemingway’e uzun ve meşakkatli bir yol edebiyatın rengini çalar. Ne?

problem kalıpları

Pek çok sorunun ve sorunun arkasında yüzyıllardır gizlenen daha temel ve aşılmaz bir sorun vardır: kalıplar.

İncelediğimiz sorunun önemini anlatmak için yüzlerce sayfa yeterli olmayabilir. Ancak bunu bir an bile düşünmek bazı gerçekleri görmemizi, hatalarımızı sorgulamamızı ve aydınlanmaya giden o çakıllı yolda ilk adımı atmamızı sağlayabilir.

Yazıdan noktalama işaretlerine kadar bir kurallar bütünü oluşturan sanatın sınırları, edebî akımlar ve türler denilen tasniflerle birlikte yıllar içinde bazı çeteler tarafından net bir şekilde çizilmiştir. Bu sınırlılıklara ek olarak bu dönemin kültürel unsuru, çoğunluğun estetik zevki ve dönemin edebî anlayışı şekillenmiş ve sabit kurallar olarak adlandırılmıştır. Zamanla değişen üsluplar bizi kontrol altında tutmakla kalmayıp, biz nasıl yazacağımıza karar verirken bize ne yazacağımızı söyleyen otoriter bir öğretmene dönüştü.

Yaşar Kemal gibi büyüklüğü sorgulanamayacak bir edebiyatçıyı sadece sosyalist bir yazar olarak klişeleştirmek yanlıştır. Bu etiket, onun güzel sanatının bir aşağılamasıdır. Çünkü o, kara toprağı eşeleyenlerin sesi kadar edebî nitelikteki sesi de biliyordu ve almayı başardı. Tarih, Yaşar Kemal’i bir sanatçı olarak adlandırdı ve adlandırmaya da devam edecek. Söz konusu toplumcu yazarın üslubu ise Yaşar Kemal gibi bir isim kazandığı onlarca sıfattan sadece biri olabilir.

James Joyce gibi büyük bir sanatçının eserlerini defalarca reddetmiş olan kalıpçılar, bu eserleri takdir etmemişler ve dönemin hakim edebî üslubu dışında herhangi bir kabul göstermemişler ve herhangi bir şeyi reddetmekten çekinmemişlerdir. Kendilerine verdikleri kalıplara uymayan eserler, ancak bu eserleri hor görür ve küçümserlerdi. Ancak tarih, James Joyce’u haklı çıkardı ve sanatına karşı konulamaz bir güç atfetti. Edebiyat, sonsuzluk onu bulduğunda sonsuza dek değişti.

Geçen yüzyılın en etkili figürlerinden biri olan Dostoyevski, kitaptan Gene adlı, kültüre aykırı olduğu iddia edilen ve ana nokta denilebilecek bir bölümünü kitaptan çıkarmak istedi. “Çağ yapıcılar” tarafından öldürülen eser, değişen dinamikler sayesinde zaman içinde eski haline döndü ve kaldırılan bölüm yeniden eklendi. Tarih, yaralanan esere yeni bir hayat verdi ve sanatı kurtardı.

çözüm

İnsanlar bilinmeyenden korkar. Karanlık ya da boşluk, karşısında duran olguyu anlayamaz ya da isimlendiremezse, titrer ve sıkıntıya düşer. Ancak bir süre bu işkenceyi çektikten sonra yanlış da olsa bilinmeyeni kendince yorumlar…

Tabii bu sanat için de geçerli. Tanrılara adanan bir şenlikle başlayan günümüzde kültlerin ve anlamların zaman içinde değiştiği, yani çarpıtıldığı görülmektedir. Önerilen modeller mükemmelliği yansıtmamaktadır ve bu eşsiz olgunun yüceliğine yaklaşamaz. Ne yazık ki tarihten ders almayan bazı kimselerin bu kalıpları çizme mücadelesine devam etmesi, edebiyat ateşiyle tutuşan pek çok yazar ve okuru hüsrana uğrattı.

Daha birkaç ay önce kitaplarını çevirmenlerin yaşına göre tercih ettiğini açıklayan yazarın eylemleri açığa çıkmasaydı, belki de destekçileri tarafından yeni bir üslup ortaya konulacak ve altında yeni bir sanat grubu ortaya çıkacaktı. edebi diktatörlüğün liderliği. Bu distopya, basmakalıpların empoze edildiği, yaşadığımız toprakların gerçeğidir. Kalıplar, tıpkı bu örnekte olduğu gibi insanların kavrayamadıkları nezaket ve yaratıcılığın gücünü kabullenememelerinden başlar. Kabul edilmemenin acısını yaşayan insan elbette dayanılmaz bir ruha sahiptir. Bu ego mücadelesi onun sınır çizmesini sağlar. Kalabalıklar nedense kolay yolu seçer ve bu katı despotun sözünü duyar: “Böyle yazılmaz!”

Okul sıralarından sokağa taşan edebî normların sorun olarak dile getirilmesi, klişelere sığınarak sanat yaptığını iddia eden bazı taklitçileri ya da popüler kültür açgözlülüğü yapan ve bu tavrını saklama gereği bile duymayan kişileri rahatsız edebilir. Hangisi zaten olmalı. Çünkü edebiyat, benötesi ve kurumsal bir olgudur. Bazı bölümler bu olguyu kontrol altına almaya çalışsa da edebiyat sığ bakış açılarına takılıp kalamayacak kadar özgün bir yapıdır.

Bu çoksesli koronun gücü her geçen gün artsa da gelecekte her zaman en kaliteli eserler olacaktır.

“Estetik yaratılışın sırrı, maddenin yaratılışında idrak edilir. Sanatçı, Yaratıcı Tanrı gibi, eserinin içinde, arkasında, üstünde veya üstünde kalır, gözle görülmez, dış mevcudiyetten arınmış, kayıtsız, tırnaklarını keser. (James Joyce – Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi, Murad Bilge, Al-Alysim Yayınları, s. 279)

Konu ile ilgili görüşlerinizi Kayıp Rıhtım forumu üzerinden paylaşabilirsiniz.

facebook heyecan whatsapp

Diğer gönderilerimize göz at

Yorum yapın