medyauzmani.com

Oh Mess: En sevdiğimiz arka bahçemiz

2020’de okuduğum ilk kitaplardan biri Albert Karako’nun The Chaos İncil’iydi. Bu kitap bana Kaos’un yazarını yeniden okumamı hatırlattı. Ve sanırım bu, hakkında yorum yazmakta biraz geç kaldığım ve karmaşanın içinde kaybolduğum bir kitabın eleştirisi. Kan Burak Shin’in Oh Kaos kitabının hikayesinden bahsediyorum.

1989 İstanbul doğumlu yazar belgesel, reklam ve kısa filmlerde çalıştı. Küsurat Yayınları Oh Kaos adlı kitaplarımı 2018’de ve Hayatındaki Bütün Kışları Unutan Adam 2019’da yayınladı. Kendisiyle en son ATV Ana Haber için yaptığı 1 İnsan Hikayesi adlı belgesel tadında bir programda tanışmıştık. Daha fazla uzatmadan, karmaşaya geri dönelim.

Table of Contents

kaos toplumu

2000’li yılları tek kelimeyle anlatabileceğim tek şey: Hızlıydı. Son on yılda, daha büyük, daha karmaşık, daha anlayışsız ve pervasız bir topluma dönüştük. Hızla gelişen teknoloji, bizi evlerimizin içine çekmiş ve Wi-Fi’miz kadar geniş yaşama hakkı vermiştir. Twitter’da birbirimizi itlaf ettik ve Instagram’da birbirimizin hayatını beğendik.

Burada duralım çünkü inceleyeceğimiz kitabın ilk hikayesi başka bir hayat simülasyonu hakkında. “Bunalımlı Bir Ruhun İçeri Giren Şişman Bedene Aşık Olması Skandalı” adlı hikaye, girdiği her bedende intihar eden ve sürekli başka bir bedene geçen bir ruhun hikayesidir. Yaşadığımız hayattan nefret etmek ya da sürekli farklı bir hayatı simüle etmek son on yılda anarşik bir toplumu oluşturan önemli unsurlardan biri haline geldi.

Yaşadığımız hayatın hep kötü olup bize gülmediği, bizim olmayanın hep daha çekici olduğu mantığı üzerine kurduğumuz hayatımız, yavaş yavaş bedenlerimizin esaretine dönüşüyor. “İçine Giren Şişman Bedene Aşık Olan Bunalımlı Bir Ruhun Skandalı” adlı öyküde, bedenlerimizi bireysel hapishanelerimize dönüştürdüğümüz ve hapishanelerden kendimiz aracılığıyla kurtulabileceğimiz anlatılır. Yani şişmansanız, dışarıdaki yağların tadını çıkarmalısınız.

“Aşkım Sinemada Kavgalı Bir Filmde Göründü” hikayesinde, bir şekilde kaosa sürüklenen toplumumuzun aslında bu kadar derin ve önemli sorunlar yaşamadığını ve hayatta karşılaşabileceğimiz ufacık bir güzellikle bile mutlu olabilmemiz. Bu hikayede dikkatimi çeken nokta, hayatımıza bir karmaşa gibi giren köftecilerin artık toplumumuzun bir parçası olduğunu göstermesi. 2000’ler nar ekşisi ile bir karmaşa yarattı. Afiyet olsun…

“Sabah Sabah Nereden Geldi Bu Yalnızlık” adlı öykü, toplumda gelişen, kaynağı bilinmeyen ve beklenmedik bir şekilde içine düştüğümüz yalnızlık duygusunu konu alıyor. Kalabalıklar içinde yalnızlık tabiri o kadar boş bir pop kültür malzemesi haline geldi ki artık bohem ya da cool görünmesi gereken bir hayat için bir zorunluluk olmaktan çıktı. Üzerimizdeki yalnızlık hissinin kaosun sonuçlarından biri olduğunu düşünüyorum.

“Oldukça Düşük Bir Duygu Yoğunluğunun Öyküsü” adlı öykü, içinde yaşadığımız toplumun ortak düşü olan kentten kıra dönüş göçünün somutlaşmış halidir. Ancak hepimizin hayalini kurduğumuz o olayı aslında hiçbirimiz istemeyiz. Çünkü hiçbirimiz Wi-Fi’nin dışına çıkıp pek de sıcak olmayan dairelerimizden çıkacak kadar cesur değiliz. Evet, normal hayatı seviyoruz ve özlüyoruz ama şehri gördüğümüz için geri dönemeyiz ve artık vazgeçemeyiz.
“Bir gün bu asfaltın, mekanik seslerin, ertelenemez faturaların peşinde koşarak doğaya kavuşacağız.”

Bir hikayenin ne kadar uzun bir adı olabilir ve hikayenin okuyucusu ne kadar süre gülebilir?

Kan Burak Şen’in öykülerine uygun gördüğü isimler biraz uzun olsa da öykülerdeki mizah, öykünün adından itibaren okuyucuyu içine çekmeye başlar. Balad isimlerinin uzunluğu 2010’lu yılların başında hayatımıza giren uzun isimli alternatif müzik gruplarınınkine benzer, benzetmeler yanlış olmaz, hayatımızın en kaotik sahnelerine bu grupların melodileri eşlik ederdi. , elbette başka bir zaman yüz yüze konuşacağız.

Kaostan yeni çıkmış ve etkilerini henüz atlatamamış bir topluma bir şeyler öğretmek biraz zor olsa gerek. Bu durumda öykünün adı okuyucunun öyküyü okumasını sağlayan ilk duraktır. Kitapta yer alan öykülerin isimleri “Siktir Et Bozulabilir Evcil Hayvan Şişeleri”, “Sahte Ölümler Git Git Sonsuza Dek Seçer” ve “Orada Katilimi Kırdım” gibi isimler okuyucuyu ayaklandırabilecek isimler arasında. hikayeye girin ve merak edin.

Sert Arabesk ve aynı sesten hikayeler

Arjantinli nakavt anlatıcı Cortázar’ın bakış açısına mükemmel bir şekilde uyan “Sert Arabesk ve Ölü Sıkışamaz” öyküsü, gösterişli bir sonu olmasına ve diğerleri arasında en sevdiğim olmasına rağmen bütünlüğü bozduğunu düşünüyorum. Kitaptaki diğer öykülerin “Kaos” başlığı altında.

Bir eleştirim de hikayelerin belli bir noktadan sonra birbirine çok benzemeye başlaması. Kaotik karakterlerin yer aldığı hikâyelerde bir sonraki hikâyeye geçilmemeli; Aksi halde bir sonraki hikayede aynı karakterin geçtiğini düşünebilirsiniz. Ancak öykülerdeki monoklün, okuyucuyu yansıtılmak istenen karmaşanın içine çekmeyi başardığı açıktır. Yazarın amacı onu öykülerinde yarattığı kaos dünyasının içine çekmekse çok iyi işliyor.
“İnsanoğlu çeyrek asırdır görmediğimiz bir renk. Gerisi faturalar, ev turları ve kaynanalık.”

Dağınıklıktan çık

Burak Şen’di.

Oh Mayhem hikayeleri, insanların son 10 yılda nasıl evlerin, dükkanların, faturaların, cep telefonu şebekelerinin, bir günlük aşkların ve asla boş olmayan posta kutularının altına hapsolduğunun oldukça dramatik temsilleridir. Turgut Uyar’ın kendi ellerimizle inşa ettiğimiz ama asla sevemeyeceğimiz şehirlerle ilgili hikayeleri. Son yıllarda yaşadıklarımızı bir kez daha hatırlamak için Kan Burak Şen’in hikayeleri doğru bir başlık. Kaos hikayeleri. Aslında en ünlü ve en sevdiğimiz…

İncelememi, bir karmaşadan yeni çıkmış birinden duyulabilecek en iyi teselli alıntısıyla bitiriyorum:
“Farkında olmadan yenildiğimiz için minnettarım. Allah tüm yenilgilerimizi manastırın izzetinde kabul etsin.”
Kitapla ilgili görüşlerinizi Kayıp Rıhtım forumunda bizimle paylaşabilirsiniz.

* * *

* Küçük Prens, Denizli lehçesiyle raflarda: “Güc’cüg Pirens”

facebook heyecan whatsapp

Diğer gönderilerimize göz at

Yorum yapın